Kapat

BİLGİ ÇAĞININ SAHİL TARAYICISI

Dilara Altuğ

KRANK Art Gallery, 17 Mart’a kadar Zeynep Beler’in “Beachcomber” isimli son kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergi, sanatçının geçtiğimiz Kasım ayında davet edildiği Düsseldorf konuk sanatçı programından ve son dönem çalışmalarından yapılan seçkiyi izleyici ile buluşturuyor. Instagram fotoğrafları, buluntu objeler, metinler, duvar yazıları ve boş mekanlar Beler’in işlerinde farklı disiplinlerde ve malzemelerde sanatsal nesneler haline geliyorlar. Multidisipliner bir bakış açısıyla işlerini üreten Zeynep Beler ile sanatsal pratiği ve son kişisel sergisi üzerine konuştuk.

Dilara Altuğ: Öncelikle kendinizden ve aldığınız eğitimlerden bahseder misiniz?

Zeynep Beler: Ankara’da doğup büyüdüm, sekiz yıldır İstanbul’da ev atölyemde yaşayıp üretiyorum. Üniversitede son anda güzel sanatlardan cayarak grafik tasarım okudum, sonra bu alanda neredeyse hiç çalışmadım. O zamanlar da fotoğrafa ilgim vardı, yüksek lisansımı fotoğraf çalışmaları üzerine yaptım. Ancak bu pratik değil fotoğraf tarihi ve kuramı üzerine bir eğitimdi.

D.A. : Fotoğrafa olan ilginizin kaynağı ve son dönemlerde resme ağırlık vermenizin sebebi nedir? Size göre fotoğraf ve resim arasında nasıl bir ilişki söz konusu?

Z.B. : Fotoğraf ve resmin bir nevi siyam ikizleri olduğunu düşünüyorum. Aslında bana göre resme daha fazla ağırlık vermiyorum, her zamanki kadar çok fotoğraf çekiyorum. Ancak bir noktada atölyede fotoğraflarla baş başa kalma ve bazılarıyla münasebetimi zamana yayma isteğim doğdu. Bazen buluntu fotoğrafa ilgim fotoğraf çekme isteğimden daha mı fazla bile diyorum. Çünkü fotoğraf çekmek benim çoğunlukla bir şeylerle arama mesafe koymak için yaptığım tepkisel bir şey. Yıllardır şehri fotoğraflıyorum ama üzerine düşünmek istediklerim genellikle ya sosyal medyaya dair, gündelik, düşük çözünürlüklü, ya da telefonla çekilmiş ‘işlevsel fotoğraf’lar oluyor.

D.A. : Yaptığınız çalışmalar nasıl bir süreçte ortaya çıkıyor? Yapıtlarınızı oluşturan ana fikir nedir?

Z.B. : Çok genel anlamda kendime yabancılaşmayı ve bir numune gibi yaklaşmayı seviyorum. Bunu yaparken enformasyon teorisinden antropolojiye kadar her şeyden etkilenebiliyorum. Çağımızın popüler bilimleri bunlar oldu gibi, çünkü güncel durumlarımıza en iyi bunlar aracılığıyla ışık tutabiliyoruz sanırım. Onun dışında edebiyatla haşır neşirim ve bir şekilde temsil türleri arasında bir geçirgenlik sağlıyor edebi anlatıma aşina olmak, en azından son işlerimde bunu yaşadım.

D.A. : Eserlerinizi yaratırken çektiğiniz gündelik fotoğraflarınızdan, buluntu objelerden, pentürden ve düşük çözünürlüklü görsellerden yararlanıyorsunuz. Sanatsal pratiğinizi oluşturan süreçten bahseder misiniz?

Z.B. : En temelinde ne olursa olsun bir şey üretmek, sonra sıradanlık içerisinde üretilmiş görsellikleri dönüştürme güdüsü yatıyor. Eskiden beri defter tutarım, ancak şimdilerde not tutmak için onun yerini telefon aldı. Manuel olarak not tutmazsam ve desen yapmazsam bunları içselleştiremediğimi düşünüyorum. Dolayısıyla defter alışkanlığım hala var, ancak şimdi bu verileri bir rafine etme işlevine sahip.

D.A. : Eserlerinizde kullandığınız semboller ve göndermelerin okumasını izleyici için nasıl özetlersiniz?

Z.B. : Tabii ki esasında punktum* yatıyor ama günümüzde fotoğraf medyumunun işlev gösterdiği mecralarda bu ne anlama geliyor? Alfabenin yerini almaya başlayan bir görsel evren var şu an, ‘reaction gif’** diye bir şey var mesela. Belki şu an bilinçdışı çok daha şeffaf bir şekilde gözümüzün önünde ama yine de herkes kendi sembol haritasını oluşturuyor çünkü çok fazla veri ve mecaz var. Sanırım benim yaptığım da bu ama biraz daha kişisel. Kadın arkadaşlıklarına ve yazışmalara verdiğim bir ağırlık var kullanacağım verileri seçerken. Selfie’lerin hem henüz yazılmakta olan hem de çok daha eski bir portre geleneğinde dayanan kurallarına ilgim var. E-kitaplarda işaretlediğim kısımlar, mesajlar, kendi kendime tuttuğum notlar gibi yazı temelli göndermelerse bağlamlarından koparıp bir çeşit tutkal işlevi görüyor.

D.A. : İşlerinizde kullandığınız oyuncular kim ve hangi karakterleri canlandırıyorlar? Portrelerinizde genellikle kimleri kullanıyorsunuz?

Z.B. : Genellikle hep yakın çevrem, arkadaşlarım var. Merak uyandırıcı ve mahrem ama bir o kadar da sıradan ve insancıl anlarda çekilmiş fotoğraflar özellikle ilgimi çekiyor. Hikayeler, 24 saatte kaybolan küçük beyanatlar olarak hem internetteki görselliğin zirve temsili hem de kendi estetik diline kısa sürede sahip olmuş bir fotoğraf / görsel türü gibi geliyor. Zaman bazlı görüntüleme ile durağan ve hareketli görsel arasında garip bir denge. Sonra bir de bunların peş peşe gelmesiyle kurgular oluşturuluyor. Sergideki desenlerde ve resimlerde hem yakın arkadaşlarım, hem de çok iyi tanımadığım ve görüşmediğim ama Instagram hikayelerine baktığım insanlar görülüyor. Hikayelerini kullanmak için izin istiyorum mesela, bu da birine gidip ‘fotoğrafını çekebilir miyim?’ demek gibi bence.

D.A. : 15 Şubat’tan itibaren izlenmekte olan KRANK Art Gallery’deki “Beachcomber” isimli kişisel serginizin genel olarak bağlamından ve kavramsal çerçevesinden bahseder misiniz?“Beachcomber” ismi nereden geliyor?

Z.B. : “Beachcomber”, sahilde dolaşıp karaya vuran değerli şeyleri toplayan, bunları satarak geçinen kişiye verilen isim; sahil tarayıcı. Ben bu terime Jeanette Winterson’un “Dizüstü” adlı romanında rastladım. Buradaki bağlamda verilerin arasındaki ganimetleri, mevzubahis durumda insanların özünü, arayan bir tür siber uzay korsanından bahsediyor. Okyanus hem bilinçaltı hem de internet için sık kullanılan ve yerinde bir analoji. Bence ben de bu verileri ayırma ve biriktirme eylemiyle kendimi kıyıda konuşlandırıyorum, belki de böyle işler yapmamın ana sebebi sahilde gezinebilmek.

D.A. : Bu serginizde izlediğimiz eserlerinizin kavramsal ve biçimsel çerçevesinden söz eder misiniz? Sergideki eserler arasında nasıl bir bağlantı söz konusu?

Z.B. : Sergide en başta gelen durum aslında verilerin bir düzlemde eşitlenmesi ve aralarında veri olmaları dışında hiç bir bağ olmaması. Görseller ve yazılar görünürde bir ilişkisellik olmadan bir araya geliyor ve beklenmedik rastlantılar ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Fotoğrafla münasebetimden de kaynaklanan bir kurgulama biçimi bu. Tüm bu verilerin bir bombardıman, bir nevi yük olduğundan sıkça bahsediliyor ancak bence bu kadar kayıt olması bir zenginlik de olabilir. Bunun nasıl olabileceği sanırım asıl kavramsal çerçevem.

D.A. : “Yazı” genel olarak işlerinizde kullandığınız bir araç.“Beachcomber” serginizdeki yazılar, metinler nasıl ortaya çıktı ve genel olarak anlamları neler?

Z.B. : Yazıların pek çoğu tek yakın çocukluk arkadaşımla gerçekleştirdiğimiz Whatsapp muhabbetlerimizden. Son beş yılda üç kez yüz yüze görüşmüşüzdür çünkü kendisi Amerika’da yaşıyor. Ama gece gündüz ve her konuda yazışıyoruz. Bu kaç yıldır bana oryantasyon sağlayan bir şey haline geldi. Onun dışında Tweetler ve kitaplardan alıntılar var. Aklımı çelen her cümleyi deftere yazma alışkanlığım var ama bu sergide görsellerle olan ilişkiselliklerine dair seçildi çoğu metin.

D.A. : 2017 Kasım ayında gittiğiniz Düsseldorf konuk sanatçı programı süreci son dönem çalışmalarınızın belli bir noktaya evirilmesinde rol oynadı mı?

Z.B. : Düsseldorf’taki sürecim genel olarak üretimimi özetler nitelikte oldu. Belirli bir noktaya gelmiş, doygunluğa ulaşmış ve yeni bir ifade arayışındaydım. İmkana ve alana sahip olunca bir süredir biriktirdiğim fikirleri görselleştirdim ve çözüme ulaştırdım.

D.A. : Son olarak bu sergi projesi sonrasında yapmayı planladığınız farklı projeler olacak mı?

Z.B. : “Beachcomber” aslında bir başlangıç noktası. Bu işlere devam edip farklı konfigürasyonlar denemeyi planlıyorum. Eşzamanlı olarak Versus Art Project’te Rafet Arslan’ın küratörlüğünü yaptığı “Atopos Project” isimli karma sergide işlerim var. Bu Nisan’da PortİzmirTrienali’nde küçük bir internet/arşiv bazlı işim olacak. Bir yandan da gene veri biriktirme konusundan devam ettiğim bir sanatçı kitabı üzerinde çalışıyorum.

D.A. : Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederiz.

* Punctum: Roland Barthes’in “Camera Lucida” adlı kitabında yer alan ve Latince’ de “nokta” anlamına gelen kavram. Barthes’in kullandığı anlamda bir fotoğrafın “sahneden yükselen, bir ok gibi dışarı fırlayan ve [bize] saplanan” ögesi, ayrıntısıdır.

** Reaction gif: Dizi, film vb. medyalardan alınmış, bir insanin tepkisini içeren, forumlarda veya sosyal medyada yanıt olarak kullanılan hareketli görsel.

Kapak Görseli: Artifact 2 (Oyster Shell), İstiridye kabuğu, 35 mm film negatifi, epoksi / Oyster shell, 35 mm film negative, epoxy, 11 x 15 x 2 cm, 2016

Journal, İki defter sayfası, akrilik malzeme, yağmur suyu ve kurşun kalem / Two notebook pages, acrylic medium, rain water and charcoal, 25 x 38 cm, 2017

Tethered, Bristol üzerine yağlıboya / Oil on bristol, 70 x 100 cm, 2016

İrem, Bristol üzerine yağlıboya / Oil on bristol, 10 x 12 cm, 2016

Selfie, Bristol üzerine sprey boya, akrilik ve kurşun kalem / Spray, acrylic and charcoal on bristol, 100 x 70 cm, 2017

About the author Dilara Altuğ

Dilara Altuğ, 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Lisansı İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı, yüksek lisansı Yeditepe Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü. 2017 Şubat ayından beri küratör ve sanat tarihçisi Doç. Dr. Marcus Graf'ın asistanlığını yapıyor. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyor. 

All posts by Dilara Altuğ →

2 Yorum

  1. Begüm Tuncalp Mart 5, 2018, 4:21 pm

    Roportajinizi ve verilen bilgileri çok anlamlı ve başarılı buldum sanatçımiza çalışmalarında başarılar dilerken yeni röportajlarınızı sabırsızlıkla bekledigimi özellikle belirtmek isterim…

    Beğen

    Cevapla

  2. Uzun bir yazı gibi göründü aslında fakat okudukça dalmışım ve şahaneydi.

    Beğen

    Cevapla

faydaliicerikler için bir cevap yazın Cevabı iptal et