Kapat

POLİTİK MESELELERİN GÖSTERGELERİ, İMAJLARI VE ESTETİĞİ

Dilara Altuğ

Politik işleriyle tanınan, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunu Hasan Özgür Top’un ismine Mamut Art Project, Sınırlar ve Yörüngeler ve Genç Yeni Farklı yarışmalarından aşinayız. Video ve enstalasyon gibi farklı disiplinler kullanarak üretim yapan sanatçının dokümental işleri eleştirel ve dokunaklı. İşleriyle hem yaşadığı coğrafyanın gündemine hem de uluslararası politik olaylara referans eden genç sanatçıyı daha yakından tanımak için bir röportaj yaptık.

Dilara Altuğ: Seni sanat yapmaya sevk eden olay nedir? Sanatçı olmaya ne zaman ve nasıl karar verdin?

Hasan Özgür Top: Aslında spesifik bir nokta, bir gün ya da bir olay yaşamadım. Yani şu anda, şu günde diyebileceğim, hayatımda kırılma noktası olarak gösterebileceğim bir şey olmadı. Fakat küçüklüğümden beri yazmaya çizmeye, bir şeyler üretmeye yatkın bir tarafım vardı. Uzun dönem ne yapacağıma karar veremedim. Mizah dergilerinde karikatürler çizdim, çizgi roman çizdim, sokaklara bir şeyler çizdim. Daha sonra lise bitince Güzel Sanatlar Fakültesi’ne Grafik Tasarım Bölümü’ne girdim. Bu bölüme üniversiteye giriş sınavı ile herhangi bir yeri kazanamayacağım ve matematikten anlamadığım için, basit bir mantıkla girmiştim. Bundan sonraki süreçte yaşadıklarım, okulda gördüklerim, tanıştığım insanlarla ve sanat ortamının farkına varmamla ben de yaptığım şeye sanat demeye başlayarak üretmeye başladım. Bu söylediklerim beş yıllık bir süreçte gerçekleşti.

D. A. : Üretim yaptığın bir atölyen var mı? Varsa atölyenin yaratıcı sürecin için önemi nedir?

H. Ö. T. : Geçmişte vardı fakat yakın dönemde kapattım. Artık biraz daha mobil yaşıyorum. Aslında doğru düzgün bir evim bile yok şu anda. Geçmişte resim ve yerleştirme işleri yaparken malzemeyle içli dışlı oluyordum ve bunun için de sürekli kullanmam gereken bir alana ihtiyaç duyuyordum. Okuldaki atölyem önemli bir süre bu ihtiyacımı karşıladı ve lisansımı bitirdikten sonra da kendi atölyemi kurdum. Fakat ülkenin ve bölgenin içinde bulunduğu koşullar beni biraz daha mobilize olma düşüncesine itti. Bir yere bağlı kalmak durumundan uzaklaşmak istedim. Sonucunda atölyeyi kapattım ve şu an göçebe durumdayım. Yaptığım işler de bir anlamda mobilize oldu diyebilirim. Şu sıralar videolar üzerine çalışıyorum. Bir bilgisayarım, bir kameram var. Atölyemin yerini onlar aldı diyebilirim.

D. A. : Bir seri veya enstalasyon fikri aklında nasıl şekilleniyor? Nelerden ilham alıyorsun?

H. Ö. T. : Bir işi üretmem uzun zaman alıyor. İş şekillendikten sonra onun sergilenmesi de uzun bir süreç. Örneğin “Ortadoğu’dan Bir Hediye” isimli bir yerleştirme iş yapmıştım ve 2016’nın Ocak ayında Alt’ta sergilenmişti. Baktığımızda iş 2013’ten 2016’ya uzanan süreçte neticelenmiş ve sergilenmiş. Genel olarak gündemi ve çeşitli konuları takip ediyorum, araştırıyorum ve sistematik bir biçimde çeşitli konularda arşiv çalışmaları yürütüyorum. Bu sistematiklik içerisinde oralardan senede 2 ya da 3 iş yapabiliyorum. Günümüzde olup biten politik meselelerin göstergeleriyle, imajlarıyla, estetiğiyle geçmişte olup bitenlerin estetiğini yan yana koymak beni tahrik eden bir şey. Sosyal medyada ve kitle iletişim araçlarında kullanılan imajlar, radikal örgütlerin propaganda estetiği keza yine ilgimi çeken şeyler.

D. A. : Pek çok farklı medyum kullanarak işler üretiyorsun. Çoğunlukla hangi tekniği ve materyalleri kullanıyorsun?

H. Ö. T. : İşlerimin sergilenmeye başladığı son 4 seneye bakarsak en çok enstalasyon sergilemişim. Bu yerleştirme işlerde de değişik malzemeler kullandım. Duvar kağıdı, fayans üzerine dijital baskı gibi aşina olmadığım malzemelerle haşır neşir oldum. Lisans disiplinim olan pentüre de yatkınlığım olmasına rağmen şu ana kadar yerleştirme ve video üzerine iş ürettim. Yağlı boyayı ve tuval üzerine resim yapmayı da seviyorum aslında. Fakat “tamamdır, bu olmuştur” deyip içime sinen hiçbir resmim olmadı.

D. A. : İşlerini hazırlarken nasıl bir estetiği ve içeriği göz önüne alıyorsun?

H. Ö. T. : İşlerimde anlatısallık ön planda. Okuldayken bilhassa plastik estetiğe dair bir mesafe gelişmişti bende. Bir malzemeyi ustaca kullanmak, hiper-realist “muhteşem” bir resim yapmak vb. bir mantık benden hep uzak oldu. Hatta bu sebepten ötürü malzemenin kendisine karşı bir antipatim bile gelişmişti. Örneğin, resim yapmak için yerine getirmeniz gereken bazı teknik gereklilikler vardır. Yağlı boyanın üzerine su bazlı boya kullanamazsınız, tuvalinizin şasesinin ahşabı bir türde olmalıdır ve bez ona belirli bir disiplinle gerilmelidir gibi… Ben bunlara bile öfke duyuyordum ve üstün körü yapıyordum hepsini. Bir video yaparken de onun çözünürlüğüne veya sesinin kalitesine hiç dikkat etmeden yapıyordum. Son zamanlarda bunları bir kenara bıraktım. Malzemeye duyduğum antipatimin bağlamın önüne geçtiği bir hal oluşuyordu, bundan uzaklaştım.

D. A. : Yapıtlarını oluşturan ana fikir genel olarak politik. Sanat politik olmalı mı? Ülkemizin son dönemde geçirmiş olduğu politik süreçler işlerine yansıyor mu?

H. Ö. T. : İkincisine önce cevap vereyim. İster istemez yansıyor. Bu tip sanat politik midir, politik olmalı mıdır tarzı düşünüş biçimleri çok farklı alanlarda da kendini gösteriyor. Örneğin, futbol sadece futbol mudur, politik midir, üniversitelere siyaseti karıştırmayın, şu politik midir, bu değil midir gibi bir bakış açısı. Aslında yani siyaset dediğimiz şeyin hayatın dışında başka bir kulvar olarak ele alındığına dair bir ön kabul üzerinden gelişiyor biraz bu. Bir tür profesyonellik alanıymış gibi görülebiliyor, siyaseti siyasetçiler yapar gibi. İktidarın gündelik hayata inip yerleşmesiyle, Türkiye’de, ki bunu iliklerimize kadar hissettiğimiz bir ülke, politika dışında bir alan kaldığına ben inanmıyorum. Örneğin, dekoratif işler yapan bir sanatçıyı bile artık politik olarak görebiliriz. Mesela onun yaptığı bir iş sergilenirken saldırıya uğrayabilir ve anında politik bir okumaya, pozisyona maruz kalabilir. Hatta farkında bile olmadan kendini bir şeylerin önderi, sembolü olmuş olarak bulabilir. Gündelik hayatta giydiğimiz kıyafetler bile politik okumaya tabi tutulurken, baktığınız bir resmin bir videonun üreteni istemese bile politik karşılıkları var.

D. A. : Rampa’da “İkame” adlı sergide yer alan son dönem işin “Color Catalogue” deki renklerin rolü hakkında bilgi verebilir misin? Bu işin neye referans ediyor ve üretim aşamasını nasıl tarif edersin?

H. Ö. T. : Bu iş aslında benim 2015 Aralık’ta sergilediğim başka bir işimle bütünlük halinde düşünebileceğim ve onun devamı gibi bir şey oldu. O işim de Irak Şam İslam Devleti örgütünün öldürdüğü, infaz ettiği kişilere turuncu tulumlar giydirilmesi ile ilişkiliydi. Amerika’daki Guantanamo Hapishanesi’nde mahkumlara turuncu tulumlar giydiriliyor ve orada çok sayıda cihatçı tutuklu ve hükümlü var. IŞİD de infazlarda bu turuncu tulumları kullanmasının sebebi olarak Guantanamo’yu işaret ediyor. Özetle “Guantanamo’dan Rakka’ya” günümüz propaganda tekniklerinde rengin yeri nedir veya günümüzde söylem üretirken siyasi olarak kullanılan imajlarda renklerin yeri nedir üzerine düşünürken ürettiğim bir işti. Rampa’da sergilenen işim ise bunun genişletilmiş ve katalog haline dönüştürülmüş bir biçimi oldu. Hem o turuncuları hem başka renkleri içinde barındıran, hem de kişisel geçmişimde yer eden kitle iletişim araçlarında karşıma çıkan küresel siyasetle alakalı renkleri barındıran bir katalog. Bu da önceden bahsettiğim genel araştırma ve üretim sürecinin bir parçası olarak öne çıkan bir işti.

D. A. : “Temaşa” adlı fanzin projen devam ediyor mu? Bu projeyi kısaca anlatabilir misin?

H. Ö. T. : Temaşa coşkuyla devam etmiyor. Çünkü senede 1 kez bile yapmak benim için çok zorlayıcı oluyor. Kolektif ve dayanışma içerisinde beraberce bir şeyler üretmek kulağa çok hoş gelen bir şey ama benim için çok kolay olmayabiliyor. İnandığım ve yapmak istediğim bu iş, senede 1 kez yapılmasını planladığım bir projeydi ve 5 kere gerçekleştirdik. Fakat 12 ayımın 3 ayını buna ayırmam benim için oldukça güç oluyor. Çünkü yayıncılık başlı başına zor bir şey. Bir şeyi basmak, onun teknik gerekliliklerini yerine getirmek, onun maddi kaynaklarını sağlamak, daha sonra onun dağıtımlarını yapıp geri dönüşlerini almak bunlar gerçekten uzun bir süreç. Dediğim gibi kendimde senenin dörtte birini buna ayıracak vakti ve motivasyonu çok fazla bulamıyorum. Ama senede bir kez olmasa da birkaç senede bir yapabileceğimiz bir şey olabilir sonrasında.

D. A. : İstanbul’daki çağdaş sanat ortamı ve piyasası hakkındaki görüşlerin nelerdir?

H. Ö. T. : Açıkçası piyasa denen şeyin çok içinde olduğumu söyleyemem. 2014 yılında okuldan mezun olduktan ve kimi seçkilere katıldıktan sonra birkaç galeriyle temasım olmuştu. Ama bu temaslar benim başta arzuladığım, hayal ettiğim gibi ilerlemedi tabi. Galeri dediğimiz şeyin işleyişiyle benim çalışma prensibim, metodum ve arzularımın birbiriyle çok fazla örtüşmediğini fark ettim. Neticede kar amaçlı bir işletmeden bahsediyoruz, çok da büyük beklentiler atfetmemek gerek. Satışın gerektirdikleri ile senin yapmak istediğin şeylerin gereklilikleri birbirinden farklı ise ya ara yolu bulmak gerek ya da bunlardan birini seçmek gerek. Ben biraz sezgisel ilerledim ve hoşlanmadığım, kendime yakın bulmadığım üretim ilişkileri içerisine girmek istemedim. Bağımsız sanat kurumlarını kendime yakın gördüm ve onlarla çalışmaya başladım. Sonrasında galerilerde de sergilere katıldım fakat bunlarda daha önce gözlemlediğim tarzda olumsuzluklar yaşamadım. Toparlayacak olursam, piyasadan kastımız “market” ise, pek tecrübemin ve bilgimin olmadığı bir alan aslında, şahsi temasım, profesyonel deneyimim de çok olmadı.

D. A. : İleriki zamanlarda seni nasıl çalışmalarla göreceğiz? Üzerinde çalışmakta olduğun başka projeler veya katılacağın sergiler var mı?

H. Ö. T. : Şu an birkaç arşiv ve makale üzerine çalışıyorum. Ayrıca üç video üzerine çalışıyorum. Orta metrajlı videolar bunlar. Araştırma ve belgeleme içeren ve zaman talep eden işler. Bunlara bolca zaman ayırıyorum. Öte yandan, bu yılın başında Köken Ergun’la birlikte çeşitli konuşmacıları davet ederek gerçekleştirdiğimiz “Arşivden Sonra?” konuşma dizisinin ikinci sezonunu yapmaya hazırlanıyoruz. Sonbahar aylarında İstanbul’da çeşitli kurumlarda gerçekleşecek. Duyurular yakında yapılır. Bekleriz.

D. A. : Röportaj için çok teşekkürler, konuşma dizisi ve yeni projelerini bekliyoruz o halde.

Künye Bilgileri:

​1- “Halay”, Video, 00:01:49, 2009

2- “Beni Gördüğüm Zaman”, C-Print, 110×125, 5+1 Edisyon, 2012

3- “Biz Birbirimizi Biliriz”, C-Print, 120×70 cm, 5+1 Edisyon, 2012

4- “Şişe”, Marmara Üniversitesi GSF, İstanbul, 2012

5- “Yüzen Adam”, Video Performans, 00:02:03, İstanbul, 2013

6- “Ortadoğu’dan Bir Hediye”, Yerleştirme, Fayans üzerine dijital baskı, 10 x 10 cm (her biri), 2013 – Fotoğraf: Batu Tezyüksel

7- “Renk Kataloğu”, C-Print, 120 x 200 cm (tüm set), 28 x 21 cm (her biri), 2016 – Fotoğraf: Chroma

8- “Adeta Bir Psikolog Gibi” / Kontr Manipülasyon Serisi, Video, 00:01:50, 2010

9- “İşte Bu Bir İstikrardır” / Kontr Manipülasyon Serisi, Video, 00:02:05, 2010

KaydetKaydet

About the author Dilara Altuğ

Dilara Altuğ, 1989 yılında İstanbul'da doğdu. Lisansı İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı, yüksek lisansı Yeditepe Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü. 2017 Şubat ayından beri küratör ve sanat tarihçisi Doç. Dr. Marcus Graf'ın asistanlığını yapıyor. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyor. 

All posts by Dilara Altuğ →

Yorum bırakın